Bugün gece uçuşuna gideceğim ve yarın bu saatlerde Bodrum’dan size yazıyor olacağım. Bu sabah gece uçuşuna kendimi hazırlamak için erkenden kalktım, sabahın erken saatlerinin o bayıldığım serinliğini içime çektim, anneciğimin mis gibi kokusunu da duyarak güne başlayınca, haliyle toz pembe bir günün ilk adımlarını atmış oldum. Evimin camları açık, tatlı bir serinti (kendi yapımım kelime : hafif serinlik anlamına gelir) geliyor üstüme, Marmara Adası’ndan getirdiğim taze adaçayları buram buram mutluluk saçıyor ve bir de filtre kahvemi demledim mi , sıra ruhumu beslemeye geldi.
Bildiğiniz gibi Paris 2024 olimpiyatları başladı. Çocukluğumdan beri spor, evimizin vazgeçilmez bir unsuru olmuştur. Her birimizin birer futbol aşığı olmasının yanı sıra , listenin başını Buz Pateni ve Formula 1’in çektiği, kayakla atlamadan, snowboard’a, atletizmden , curling’e kadar (gülmeyin evet Curling) sporun her dalını izlemekten büyük keyif almışızdır. Böyle bir ailede, sporun içinde büyüyünce de hali ile sporun sadece ‘spordan’ ibaret olmadığını, insanları birleştirici gücünü, mutluluk, disiplin , saygı, farkındalık gibi birçok kavramı da beraberinde getirdiğini daha küçük yaşta anlıyorsunuz. Hayatta belki de en önemli becerilerden hatta öğrenmesi kazanmaktan bile zor olabilen ‘kaybetmeyi ‘ öğreniyorsunuz. Düştükçe tekrar kalkmayı, ilerlemeye devam etmeyi…
İşte bugün, keyifli bir sabahın başlangıcında , güne başlarken yapmayı çok sevdiğim ‘Güzel bir şeyler okuma’ bölümünde karşıma bir hikaye çıktı. Hikayenin paylaşanı Gamze Cizreli , tanımayanlar varsa en sevdiğim restoranlardan biri olan Big Chefs’in kurucusudur kendisi. Öyle de güzel anlatmış ki , bugünün yazısına ilham oldu benim için de.
Olay 2013 olimpiyatlarında geçiyor. Bir uzun mesafe koşusunda Kenya’lı bir atlet yarışı birinci götürürken, yorgunluktan mıdır bilinmez ancak bitiş çizgisini karıştırıyor ve duruyor. Hemen arkasından gelen İspanyol rakibi sadece yanından geçip gitse şampiyonluğu kazanacak duruma geliyor. Ancak…
Rakibi Kenyalı atlete, ‘Yarış bitmedi, koşmaya devam et’ diyor. Kenyalı atlet ise ispanyolca bilmediği için anlamıyor ve durmaya devam ediyor. Bunun üzerine İspanyol atlet Ivan Fernandez, rakibi Abel Mutai’yi ite ite yarış çizgisinin öteki ucuna geçiriyor ve Abel yarışı kazanıyor. Bir olimpiyat madalyasından bahsediyoruz, altın bir madalya, tarih boyunca adınızın sayfalara yazılacağı bir madalya…
Peki… Bana sorarsanız yapılmış en iyi animasyon filmlerinden birini hatırladınız mı peki bu hikayeyi okurken? Umarım hatırlamışsınızdır çünkü ‘Cars’ , Türkçe adıyla ‘Arabalar’ size sporun, hatta hayatın ta kendisini öğretir. Kahramanımız Şimşek Mcquenn, hırslı bir araba yarışçısıdır. Kendisi Piston Kupası için yarışır ve çaylak olarak girdiği sezonda üstün becerileri ile fırtınalar gibi esmektedir. Kendi deyimiyle O ‘Hızzzzzzzz’dır.
Hikayemiz Şimşek’in yarış için gitmesi gereken eyalete giderken , onu taşıyan tıra mola izni vermemesi , tırın uyuyakalması ve Şimşek’in de tırdan düşerek kaybolması ile başlar. İnanılmaz hırslı, yetenekli ancak bir o kadar da bencil olan Mcquenn için hayatının hikayesi yeni başlıyordur. Yolu ‘Radyatör Kasabası’ na düşen Şimşek, burada yaşayacağı maceraların yanı sıra , bu kasabada eski bir ‘Piston Kupası’ şampiyonası yaşadığını tesadüfen öğrenir. Eski gazete kupürlerinde gördüğü haber ile ise şok olur.
Bir kaç kupa kazanmış şampiyon, geçirdiği bir kaza yüzünden yarışlardan uzak kalmış, akabinde de tüm sahip olduğu o şan- şöhretin ışık hızıyla nasıl yok olduğunu, insanların onu nasıl da terk ettiğini deneyimlemek zorunda kalmıştı. Şimşek bu durumdan çok etkilendi ancak kazanması gereken bir yarış vardı. Hikayenin devamında eninde sonunda bir şekilde bulunup yarışlara geri döndüğünde ise tek yapması gereken bu yarışı kazanmaktı. Böylelikle en güçlü takımlardan birinin sporcusu olacaktı. Takımın şuanki sporcusu ise ‘Kral’ lakaplı eski ama artık yaşlanmış, son yarışına çıkacak olan bir şampiyondu.
Şimşek, harika bir yarış çıkararak artık bitiş çizgisini görmeye başlamıştı. Hak ettiği yeri, yeni kişiliği ile mutlu bir şekilde kazanmak üzereydi. Fakat o da ne….
Kral, çok şiddetli bir kaza yapar (yaptırılır) ve taklalar atarak yarış dışı kalır. Bunu gören Mcqueen, yarış çizgisine santimetreler kala frene basar. Arkasından gelen yarış ikincisi onu geçer ve Şimşek yarışı kaybeder. Hemen geri dönerek Kral’ın yanına gider , bütün Dünya ve tabi Kral gözlerine inanamaz. ‘Kral son yarışını bitirmeli’ der ve onu itmeye başlar. Birlikte yarış çizgisine ilerlerlerken, ‘Evlat sen yaptın, kupayı kaybettin’ dediğinde ise Mcqueen ona tarihe yazılması gereken bir yanıt verir:
‘Kupa dediğin boş bir kasedir!’
Benzer bir hikaye de 2018 yılında Nascar yarışlarında yaşanmış, Chase Elliot isimli sporcu yakıt problemi nedeni şampiyonluğu kaybetmek üzereyken, takım arkadaşının ittirmesi ile yarışı kazanmıştı.
İşte hayat böyledir. Bize türlü türlü oyunları, büyük yere vuruşları ama inanılmaz geri dönüşleri bahşeder. Ancak hiç değişmeyen bir şey vardır ki durumlar ne olursa olsun , kim olmak istediğiniz yaptığınız tercihlerdir. O halde şimdi sorarım size,
Kazanmak hangi yol ile olursa olsun mübah mıdır? yoksa sizce de ‘Kupa dediğin boş bir kase midir?’